Elektronik

1. İLETİŞİM BİLİMİ VE SOSYOLOJİSİNİN TEMEL KAVRAMLARI

Giriş

İletişim yeryüzünde yaşamın başladığı andan beri var olan şeydir, fakat bir sosyal bilim alanı olarak tanımlanması oldukça yenidir. Teknolojinin gelişmesi ve iletişimde kullanılan araçların çeşitlenmesi bu alanda çalışan bilim insanlarının araştırmalarını yoğunlaştırmasını gerekli kılmıştır. Zira iletişim, toplumların yönlendirilmesinde dolayısıyla ekonomik, siyasal olarak ulusal ve uluslararası dengelerin değişmesinde önemli bir rol oynamaya başlamıştır. Artık iletişim araçları, propagandanın da en önemli aracı ve kitlesel hareketlerin en güçlü yönlendiricisi durumundadır. Sosyal medyanın gelişmesi ile birlikte her bir bireyin aktif bir yönlendirici konumuna gelmesi, bu alanda stratejilerin iyi analiz edilmesini ve kurgulanmasını da gerekli kılmaktadır. İletişim araştırmalarının amacı, öncelikle her türlü medyanın birey ve toplum üzerindeki etkisini araştırmaktır. Bu yönüyle iletişim, kısaca toplumbilimi olarak tanımladığımız sosyolojiye en yakın sosyal bilim alanıdır diyebiliriz. Siyaset biliminin içinden kopup gelişen sosyoloji gibi, iletişim de farklılaşan sosyal bilim koşulları içinde, geç de olsa, kendine bir alan açmayı başarmıştır. Bu iki disiplinin birlikte düşünülerek yeniden yorumlanması ile ortaya çıkan “iletişim sosyolojisi”, hem içinde bulunduğumuz çağın koşullarını, hem de yerel ve küresel ölçekte hızla farklılaşan toplumsal yapıları anlamayı kolaylaştıracaktır.

İletişim Sosyolojisi dersimizin bu ilk bölümünde kavramsal ve kuramsal bir çerçeve çizerek konuya başlayacağız. Öncelikle iletişim kavramını tanımlayacak ve iletişimin öğelerini anlatacağız. Daha sonra ise bir sosyal bilim alanı olarak iletişim biliminden, iletişim alanında çalışmanın güçlüklerinden ve son olarak da iletişim sosyolojisi alanından bahsedeceğiz.

1.1. İletişim Üzerine Düşünmek

İletişim konusu her geçen gün daha fazla önem kazanmaktadır. Bunun nedeni, artık iletişimin daha fazla kişiyi ilgilendiren bir boyutu olmasıdır. Bunun sebebi iletişimin, yüz yüze iletişimde olduğu gibi sadece tarafları ilgilendiren bir boyuttan çıkıp, kitle iletişim araçları ve internet gibi, her yeni buluşun milyarlarca insanı etkileyecek bir boyut kazanmış olmasıdır. Bireysellikten çıkıp, toplumsal, hatta uluslararası bir boyut kazanan iletişim alanındaki gelişmeler, artık üzerinde daha fazla düşünmeyi ve araştırma yapılmayı hak etmektedir.

Öyle ki bugün arama motoru Google’da “iletişim” sözcüğünü sorguladığımızda birkaç saniye içinde 120 milyondan fazla sonuç ile karşılaşmaktayız. Bu kullanım sıklığı, beraberinde iletişim sözcüğünün günlük hayatta ne kadar yaygın bir biçimde kullanıldığını göstermesi bakımından önemlidir. Bu kadar yaygın ve farklı anlamlarda kullanılıyor olması, iletişimin bir sosyal bilim dalı olarak sınırlarının çizilmesini de güçleştiren tarafına işaret etmektedir. Bu konuya ileride daha ayrıntılı değineceğiz.

İletişim 19. ve 20. yüzyıllara damgasını vurmuştur, içinde yaşadığımız 21. yüzyılda da sürekli yeni formlarla (elektronik iletişim, web, sosyal medya gibi) etkinliğini sürdürmeye devam etmektedir. Kavramsal veya kurumsal olarak dönüşüm geçiriyor olsa da iletişim, bireyin hayatının başköşesindeki yerini korumaya, gün geçtikçe de sağlamlaştırmaya devam etmektedir.

İletişim ilk insandan itibaren hayatın içinde ve olmazsa olmazı bir alan iken, bir sosyal bilim alanı olarak tanımlanması ve bilimsel çalışmalara konu olması çok yenidir. Hatta iletişimin ayrı bir bilimsel disiplin olarak herkesçe kabullenildiğini söylemek bugün için bile mümkün değildir. Toplumbilimleri içinde, az veya çok her alanın kullanmak zorunda olduğu bir bilimsel araç olan iletişimin ayrı bir disiplin olarak mı, yoksa disiplinlerarası bir çalışma alanı mı olacağı tartışmalıdır. Ancak önemli olan bu tartışmalardan çok, “iletişimin toplumsal bilimlerin bulgularının kullanıldığı bir uygulama alanı” olarak her geçen gün öneminin artıyor olmasıdır. Bu kanıyı destekleyen en haklı nedenlerden biri de “iletişimin bugün ne yapabiliyorsa öteki bilimlerin sayesinde yapabiliyor olması” durumudur (Alemdar, 1981:3).

Tarihte, “haber”in önemini açıkça vurgulayan İbn-i Haldun, tarih, felsefe ve sosyoloji gibi birçok sosyal bilim alanında olduğu gibi, iletişim konusu ile de sistemli olarak ilgilenen ilk bilim adamı kabul edilebilir. İbn-i Haldun tarih için “yalan haber”in sakıncalarını vurgulamakla kalmaz, günümüzün iletişim çalışmalarının temel öğeleri olan kaynak, mesaj, hedef ile ilgili birçok araştırma konusunda ışık tutar (Alemdar, 1981:4).

Burada iletişimin binlerce farklı tanımını ve yaklaşımını, sosyolojik boyutu ile sınırlayarak; iletişimin toplumsal olgu ve olayları yorumlamak ve algılamaktaki aracı rolüne değineceğiz. Bir değer oluşturmak, bir davranış değişikliği meydana getirmek üzere (Saydam, 2006:162) başlatılan bir süreç olan iletişim zaten tek başına tanımlanamaz. En az iki kişinin “paylaşımını” gerektiren bir husus olduğu için, sosyal boyutu olmadan kullanılması imkân dâhilinde olmayan bir kavramdır. Zaten iletişimin sosyoloji ile birlikte düşünülmesi ve sosyolojideki önemi de buradan kaynaklanmaktadır (Tüfekçioğlu, 1997:16).

1.2. İletişim Alanında Çalışmanın Zorlukları

İletişim konusunda çalışmanın zorluklarının başında tanımlanmasındaki zorluk gelir. İletişim, iletmek, dile getirmek, eğlenmek, pazarlamaya katkıda bulunmak, aydınlatmak, tartışmak, temsil etmek vs. gibi (onu kullanan pozitif ve sosyal bilim alanlarıyla birlikte) tanımladığı alanlar gün geçtikçe genişleyen, genişledikçe sınırlandırılması ve üzerinde uzlaşılması zorlaşan bir sosyal bilim alanıdır. İletişim bilimini ortaya çıkaran, dünya savaşları ve medyanın bir denetim ve manipülasyon aracı olarak görülmesi gibi özel tarihsel koşulları olması, aynı zamanda çerçevesi kesin sınırlarla çizilmiş, herkes tarafından kabul gören bilimsel bir tanımının yapılamıyor olmasının nedenleri arasındadır (Maigret,2011:16).

Bir sosyal bilim alanı olarak iletişim veya iletişim sosyolojisi ile ilgilenmeye başlayan çoğu kimse, karşılaştığı yaklaşım ve tanımlama farklılıklarından dolayı endişeye kapılabilir. İletişim sosyolojisinin, tanımlanma konusundaki handikapı, tıpkı sosyolojinin bu konudaki sıkıntısına benzer. Sosyologlar çoğu zaman kendi aralarında, insan davranışının, toplumsal ilişkilerinin, toplumsal eylemin ve özetle toplumun nasıl incelenmesi gerektiği konusunda tartıştılar, tartışmaya da devam etmektedirler. Bu kafa karıştırıcı gibi duran ve kimilerince kesinlikten uzak olması itibariyle bir zayıflık olarak görülebilecek ve hatta bilim olarak adlandırılmayan sosyolojinin bu özelliği, onun inceleme nesnesinin özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Sosyoloji bizim kendi hayatımız ve davranışımız hakkındadır, kendimizle uğraşmak da yapabileceğimiz en karmaşık ve zor işlerden bir tanesidir. Bir sosyal bilim alanı olarak iletişim çalışmak da sosyoloji çalışmak gibi, inceleme temel nesnesinin insan olmasından kaynaklanan zorluklarla karşı karşıyadır.

Zygmunt Bauman, “Sosyolojik Düşünmek” kitabında “sosyolojinin ne olduğunu” anlama konusunda büyük bir zorluk yaşadığından, sosyolojinin “durmaksızın yeni birilerinin girdiği bir alan” olduğundan, “canlı bir ilgi, yeni deneyimler karşısında kabul edilmiş anlatıların durmaksızın sınanması, biriktirilmiş bilgiye sürekli yeni ekler yapılması ve bu süreç içinde bilgilerin değiştirilmesi, kısaca bitmez tükenmez bir faaliyet alanı” olarak düşünülmesi gerektiğinden bahseder (2010:9-11). Benzer zorluklar iletişim ve iletişim sosyolojisi için de geçerlidir. Tanımlarındaki çeşitlilik ve farklılıklar, iletişimi bir araç olarak kullanmak durumunda olan pozitif ve sosyal bilim alanlarının her birinin kendi çerçevelerine uyacak bir tanımlamayı benimsemelerinden kaynaklanır.

İbn-i Haldun’un “haber”, “yalan haber” konusundaki yazdıklarının yeterince anlaşıldığını ve tartışıldığını, 20. yy’a kadar geçen yaklaşık 5 asırlık sürede bu yazılanların üzerine yeni birikimlerin eklendiğini söylememiz zordur. Bugün yapılması gereken iletişimin kendi özellikleri içerisinde incelenmesidir, bunu yaparken de sosyal bilimlerin neredeyse bütün alanlarında olduğu gibi, iletişimin de “insana dair” alanlarda çalışmanın bütün handikaplarını da içinde barındırdığını göz ardı etmemektir. Yani iletişim konusunda çalışıyor olmanın temel güçlüklerinin başında, insani bilimlerin içinde bulunduğu güçlükler gelmektedir.

Kitle iletişim araçlarının gelişmesinden önce bireysel bir olgu olarak değerlendirilen iletişim, (önce yazılı) medya ile birlikte toplumsal bir boyut kazanmış ve kitleleri etkileme (propaganda, manipüle etme, yönlendirme) aracı olarak üzerinde çalışılması gereken bir alan olarak ortaya çıkmıştır. Yeni kıtaların keşfi, bilimsel buluşlar, sanayileşme ve modernleşme süreçlerinin ardından dünyada olup bitenden haberdar olmak isteyenlerin sayısı artmaya başlamıştır. 19. ve 20. yüzyıldaki iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, insanlara dünyada olup bitenleri daha kısa sürede ve doğru biçimde öğrenme fırsatı sunmaya başlamıştır.

Immanuel Wallerstein’ın “Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek” ve “Sosyal Bilimleri Düşünmemek” isimli eserlerinde vurguladığı gibi, sosyal bilim alanları, doğa bilimlerine göre hem daha geç tanımlanmış, hem de tanımlanan sınırlar son derece geçirgen ve sürekli birbiri ile rekabet hâlindedir. Fernand Braudel’in ifadesiyle sosyal bilimler “aralarında yarışırcasına, birbirlerini ayıran veya ayırmayan ya da komşu bilimlerden kötü ayıran sınırlar konusunda anlaşmazlıklar içine girmiş bulunuyorlar. Çünkü her biri evinde kalmayı ya da evine dönmeyi hayal ediyor…” (Alemdar, 1981:5).

Kitle iletişimi akademik bir çaba olarak özel bir konuma sahiptir. Bu alanda çalışanların üzerinde kesinlikle uzlaştıkları konu, alanın disiplinlerarası bir nitelik taşıyor olmasıdır. Tarih, sosyoloji, antropoloji, psikoloji, sosyal psikoloji, siyaset bilimi, dilbilim alanları kitle iletişim çalışanlar için pek çok bulgu sağlayan yardımcı alanlardır. Ancak ortaya çıkan bu eklektik tablo, bir taraftan alanı zenginliği olarak görülebilirken, öte yandan kitle iletişim araştırmacılarının kendilerini çeşitli disiplinlerin kenarında gezinen, hiçbir disiplin ile tam olarak özdeşleşemeyen bir duruma da düşürmektedir. Bu durum da onları “marjinal olma duygusu”na sevk edebilmektedir (Alemdar & Kaya, 1983:5).

İletişim toplumsal yapının ve bunu etkileyen temel aracıların başında gelen medyanın sürekli gelişimi ile kendini sürekli yeniden kurmak, tanımlamak, sınırlarını tartışmak durumundadır. İnternetin hayatımıza girmesiyle yaygınlaşan sosyal medya, iletişimi ve iletişim sosyolojisini yeniden düşünmemizi, tartışmamızı zorunlu kılmaktadır.

1.3. İletişim Kavramı

İletişim bir yandan içine doğduğumuz toplumsal ortamda bireysel ilişkilerimizin temeline otururken, öte yandan da küresel mücadele alanının da en etkin silahı olabilmektedir. İletişim sosyolojisi ise yüz yüze iletişimden uluslararası ajanslar ve kuruluşlar eliyle yönetilen uluslararası kamuoyunun oluşumuna kadar çok geniş bir alanı kapsayan, disiplinlerarası bir sosyal bilim dalıdır.

İnsan dünyaya geldiği andan itibaren bir iletişim ortamına girmiş olur. Hatta doğar doğmaz bebeğin ağlaması veya ağlamaması onun verdiği bir mesajdır, bir iletişim çabasıdır. Bebeğin, doğduktan sonra soluk alabilmesi için doktorun küçük bir müdahalesine ihtiyaç vardır. Bu küçük müdahale, ona artık “yeni bir dünyaya geldiğini, burada yaşamak için soluk almak zorunda olduğunu” öğreten bir harekettir. Anne karnının güvenli ortamından dünyaya ilk adımını atan bebeğin ilk nefesi çekmesiyle ciğerlerine dolan oksijenin acısı onu ağlatır. O ilk ağlama ise, anneye ulaşan bir mesajdır ve onu şefkatle gülümsetir…

İletişim, günümüzün en popüler kavramlarından biridir. Kavrama yüklenilen anlamlar ve kavramın çerçevesi kişilere göre değişmekle birlikte, iletişim, gerek gündelik hayatta gerekse akademik literatürden sık kullandığımız kavramlardan biri olmuştur.

E.X. Dance ve Carl E. Larson, 1972’de iletişim alanındaki tanımları taramışlar ve 126 değişik tanım bulmuşlardır. Bu sayı kuşkusuz o zamandan bu yana çok daha artmıştır. İletişime ilişkin tanımların sayısı artık binlerle ifade edilmektedir.

İletişim, Latince “communis- communicato” kelimesinden türetilmiştir. Kelimenin kökeni olan “commun” paylaşmak anlamına gelmektedir. İletişimin bugünkü en temel anlamı da zaten, mesajların paylaşılmasıdır. Günümüzde Batı dillerindeki “communication” sözcüğünün karşılığı olan iletişim kavramının girmediği alan ve saha hemen hemen kalmadığı gibi, günlük yaşantımızın da vazgeçilmez bir parçası olmuştur.

İletişime net bir tanım yapmak gerçekten zordur. İletişim, mesaj / anlam üretilmesi ve bu anlamların kodlanmış mesajlarla karşımızdaki hedef (veya hedef kitleye) iletilmesi işlemidir. Bu basit tanımın kapsamı genişletilerek, yüzlerce, hatta binlerce farklı iletişim tanımı yapılabilir. Sosyal bilimlerin birçok alanında olduğu gibi iletişim alanında da herkesin üzerinde uzlaşabildiği bir tanımlamaya ulaşmak henüz mümkün olmamıştır.

İletişimin gerçekleşebilmesi için ortak anlamlı sembollerin ve kavramların bulunmasına ihtiyaç vardır. İletişimin yüzlerce farklı tanımı olmakla birlikte, bir fikir vermesi açısından iletişim ile ilgili tanımlardan bazılarını burada paylaşalım:

İletişim bilgi aktarımıdır.

İletişim bilgi paylaşımıdır.

İki veya daha fazla kişinin sözlü veya beden diliyle birbirine ileti göndermesidir.

Duygu, düşünce ve fikirlerin her türlü metodun kullanılarak başkalarına aktarılması işlemidir.

Haberleşme, komünikasyon, bildirişim.

Haberleşme, gazete, radyo, televizyon, internet gibi kitle ilişim araçları ile yürütülen her türlü bilgi paylaşımı.

Karşılıklı konuşma, uzlaşma, diyalog, empati

Bilginin, fikirlerin, duyguların, becerilerin vb.’nin simgeler kullanılarak iletilmesidir. (Berelson ve Steiner; 1964’den aktaran Mutlu, 1993: 98).

İletişim, insanlar arasında ileti alışverişiyle ortaklık sağlama amacı güden, insanların sahip oldukları bilgi, düşünce ve tutumlarını, çeşitli yollarla başkalarına aktararak toplum içinde benzeşme ve birlik oluşturmayı sağlayan bir araçtır (Özkan, 2007 :9).

“İletişim, katılanların bilgi yaratıp, karşılıklı bir anlamaya ulaşmak amacıyla bu bilgiyi birbirleriyle paylaştıkları bir süreçtir.” (Rogers ve Kincaid, 1981’den aktaran Mutlu, 1993: 98).

“İletişim, sayesinde dünyayı anlamlı kıldığımız ve bu anlamı başkalarıyla paylaştığımız insani bir süreçtir.” (Materson, Beebe ve Watson; 1983’ten aktaran Mutlu, 1993: 98).

İletişime ilişkin tüm bu tanımlar, tanımı yapanların yaklaşımlarına göre değişiklik göstermektedir. Ama bu yaklaşımlar içinde en azından iki farklı yaklaşım biçimini saptamak olanaklıdır: Çizgisel iletişim ve döngüsel iletişim yaklaşımları.

Çizgisel İletişim Yaklaşımı: İletişim aktarmaktır. Bu yaklaşıma giren tanımlar, iletişim sürecinin iletim yönünü öne çıkarmaktadır. Bu yaklaşım “gönderici-mesaj-alıcı” çizgisel modeliyle karakterize olan bir yaklaşımdır. Bu tür modeller bir fikrin, duygunun, tutumun bir kişiden bir başka kişiye nasıl aktarıldığını ortaya koymaktadır. Çizgisel iletişim yaklaşımı, iletişimi “sinyaller ve mesajların denetim amacıyla belli bir uzaklığa taşıması” olarak kavramaktadır.

Döngüsel İletişim Yaklaşımı: İletişim paylaşmaktır. Bu yaklaşım karşılıklılık ve ortak algılama, paylaşma gibi unsurların altını çizmektedir. Anlam üretme süreci olarak da adlandırılabilir. Ortak inançların temsili olarak yorumlanan bu yaklaşımda, iletim çizgisel değil, döngüseldir. Feedback, yani geri dönüş alınması ile iletişim süreci tamamlanmış olur.

İletişim kavramının tarihine bakıldığında, çizgisel tür iletişim tanımından karşılıklılık-ortak algılamalar türündeki iletişim tanımına doğru bir eğilim vardır.

Marks’ın dediği gibi “tarihi yapabilmek için insanın önce yaşamış olması” gerekiyorsa, yaşananların kayıt altına alınabilmesi ve aktarılabilmesi için de iletişime ve iletişim araçlarına ihtiyaç vardır. Yaşamak için gereken temel ihtiyaçların karşılanması (maddi ve manevi ihtiyaçların giderilmesi) ancak insanlar arasında bir ortaklık, bir işbirliği, bir alışveriş ve nitekim bir iletişim süreci ile mümkün olur. İletişim, insanların davranışlarına temel olacak ortaklığı sağlayarak, belirli bir dönemin egemen iletişim biçiminin insan davranışlarını belirlemesine neden olur. İnsanlar tarih yapmak için aralarında “iletişim kurmak” zorundadırlar. Ama bu noktada amaç iletişim kurmak değil, tarih yapmak amacıyla ortaklık yapmaktır. Yani iletişim, “tarih yapmanın” “yaşamak” gibi bir ön koşuludur. Bu yüzden iletişim, maddi hayatın üretilmesinden sonra onun tarafından belirlenmiş olur (Alemdar, 1981:3).

1.4. İletişim Bilimi

İletişimin “dört başı mamur” bir sosyal bilim dalı olduğu yönündeki kuşkular henüz giderilebilmiş olmamakla birlikte, Dennis McQuail ve Judith Lazar gibi hararetle iletişimin akademik bir disiplin olduğunu savunanlar da yok değildir (McQuail, 1994;Lazar, 2001).

İletişim bilimi ile ilgili modern düşünce, 1910 ile 1940’lı yıllar arasında sadece iletişim değil, Amerikan toplum bilimlerinin gelişmesinde de büyük payı olan, Şikago Okulu’nun üç önemli temsilcisi Charles Cooley, Herbert Mead ve John Dewey tarafından üretilmiştir (Lazar, 2001:15). Şikago Okulu, iletişimin sosyal hayattaki rolünü belirginleştirmiştir. Okul, Park, Burgess ve Wirth yönetiminde yürütülen çalışmalarıyla genellikle kent araştırmaları ile öne çıksa da, Cooley, Dewey ve Mead’ın yaptığı toplumsal incelemeler, iletişim biliminin gelişmesi açısından, en az kent çalışmaları kadar önemlidir.

19. yy sonlarındaki hâkim pozitivist bilim anlayışına göre iletişimi bir bilim dalı olarak saymak mümkün görünmemektedir. Sosyal bilim sahasında en son kendisine yer edinmeye çalışan alanlardan biri olarak iletişim, uzun yılların deneyimine sahip diğer alanlardan kendisini nasıl ayrıştıracaktır? Wilbur Schramm “İnsan İletişiminin Bilimi” (The Science of Human Communication) (1963) kitabında, iletişimin bir fizik veya ekonomi bilimi gibi tanımlanabilecek bir akademik disiplin olmadığını söyleyerek, daha ziyade “birçok alanı bir kavşakta buluşturan bir disiplindir ve o hâliyle kalmıştır” demektedir (Lazar, 2001:11). Schramm’ın yaklaşımı dönemine göre normaldir. Zira o dönemde iletişim kaynaktan çıkan mesajın doğrusal olarak alıcıya gönderildiği çizgisel bir biçimde tasarlanmıştır. Bu döneme kadar iletişim, bu konuyla ilgilenen siyaset bilimci, matematikçi, psikolog ve sosyologların kendi kuramlarını test ettikleri bir alan olmuştur. Ancak, sonraki on yıllarda, iletişim araştırmaları gelişmiş, diğer alanların eklentileri aşama aşama silinmiş, iletişim bilimi, doktora programları, araştırma gelenekleri, bilimsel dergileri ve bilimsel kurumlarıyla yerleşik bir disiplin hâlini almıştır (Lazar, 2001:12).

McQuail, kitle iletişimi konusunu açıklarken, iletişim sürecinin aşamalarını canlılar arasındaki tüm iletişimi de kapsayan bir piramit çizerek anlatır (1994:6). Piramite göre, olayların sayısı kişisel (bireysel) iletimden, kitle iletişim araçlarına doğru çıkıldıkça azalmaktadır. Yani medya üzerinden paylaşılan olayların sayısı, bireysel olarak yaşadıklarımızdan daha az sayıdadır.

McQuail’in iletişim şemasına göre üçgenin en uç noktasındaki kitle iletişim düzeyinden, en alttaki kişisel iletişim düzeyine kadar, her düzey kendi altındaki düzeyleri kapsar. Bunun anlamı, üçgenin tepe noktasında yer alan medyanın diğer bütün düzeyleri kapsadığı ve etkisi altına aldığıdır. Kitle iletişimi toplumsal hayatın bütünüyle ilişkili bir iletişim sürecidir. Hem bireysel, hem de toplumsal ilişkilerde önemli bir rolü ve belirleyiciliği vardır.

Şekil 1: McQuail İletişim Piramidi

1.5. Sosyolojik Söylem

İlk sosyologlar, 19. yüzyılın sonunda kavramsal ve yöntemsel değişmezlere önem vererek bireyler arası ilişkilerin temellerini atmıştır. Bu değişmezler ise kişiler arası iletişimin ve kitle iletişiminin temellerini oluşturur. Sosyolojinin kurucularının yaptıkları ilk iş, aslında içinde yaşadığımız dünyayı ve toplumsal yapıyı “ilahi” ya da kendiliğinden oluşmuş “doğal bir düzen sonucu değil”, tam tersine tümüyle insanların ilişkilerinin bir ürünü olarak sunmak olmuştur.

Durkheim, Tocqueville, Marx, Weber gibi sosyolojinin öncüleri, basın ve iletişim konusuyla yakından ilgilenmişlerdir. Durkheim, İntihar’ın (1897) 4. Bölümünde gazetelerin bireysel bilinçlere doğrudan etkisi üzerinde durarak, “toplumsal öykünme” kavramını eleştirmiştir. Tocqueville, Amerika’da Demokrasi (1840) eserinde ilk modern toplum incelemesinin temellerini atarken, bir yandan da kamuoyu düşüncesini kuramsallaştırmıştır. Tocqueville’e göre Fransa ve ABD’deki gazeteler sayı, içerik ve biçim olarak birbirinden farklıdır ve bunun nedeni ekonomik değil, kültürel ve politiktir. Marx’ın uzun süre gazetecilik yaptığı bilinirken, Weber de, çağdaş toplumlarda medyanın yükselişiyle ortaya çıkan sorunları görmezden gelmemiş, 1910’da “basın sosyolojisi” üzerine 7 sayfalık bir giriş niteliğinde rapor yayımlanmıştır (Maigret, 2011:50-52).

Toplumsal gerçekliğin tezahürleri olan aile, ordu, basın, ulaşım, ekonomi gibi olgular, bir toplumda birleşen veya ayrışan anlam ilişkilerinin üretimleri ve belirginleşmeleri olarak görülmelidir. Karl Marx, doğayla ilişkiler alanında olduğu gibi, düşünceler alanında da karşılıklı bağımlılığın olduğunun altını çizer. “Toplumsal ilişkiler” kavramını kullanarak, insanları doğanın egemenliğinden bağımsızlaştırır. Emilie Durkheim, kendine özgü bir gerçekliği olan toplumsal olguları “şeyler” gibi ele almak gerektiğini söyler. Max Weber’e göre ise “toplumsal eylem”in biçimleri, kendilerinden başka bir şeye indirgenemezler, çünkü bireylerin onlara verdiği anlama bağımlıdırlar (Maigret, 2011:46-47).

Toplumsal olgular sadece tekniğe indirgenemez. Çünkü kendi dinamikleri vardır. Olguların tartışılır olması, onların yanlışlığını göstermez. Lazarsfeld’in 1949 tarihli çalışmasında ortaya koyduğu gibi, insanlar kendilerine verilen her konu üzerinde gerçeklik olarak değerlendirilebilecek yorumlar yaparlarken, tümüyle birbiriyle çelişen cevaplar verebilmektedirler (Maigret, 2011:42-43). Söz gelimi, birçok insan televizyonun işlevleri konusunda oldukça eleştirel ve olumsuz görüşler öne sürerlerken, televizyon izlemeye devam ettiklerini, hatta saydıkları olumsuz etkilerin kendilerine bir zarar vermeyeceğini iddia etmelerine şahit olabiliriz. Sadece bu veri bile medya ve etkileri üzerine yapılan çalışmaların bazı zorlukları olduğunu göstermeye yeterlidir.

İletişim ne tam bir veri (doğanın verisi) ne de bir veri akışıdır (matematik anlamında bilginin veri akışı); sürekli bir anlam ve erk ilişkisidir. Anlam ve erkin belirginleşmesi de medyanın biçim ve içeriğini oluşturur (Maigret, 2011: 24). Lazarsfeld’in görüşüne göre medya, gruplar ya da bireyler aracılığıyla etkinliklerini gerçekleştirir. İnsanları birbirine bağlayan medya, erkleri destekler, yıkar, durağanlaştırır ve böylece kültürlere katılır ve onları biçimlendirir. Medya erk ağlarının içindedir. Ama erk ağları kendiliğinden “şeytani bütünler” oluşturmaz (Maigret, 2011: 42).

Medya, hem ulusal, hem de uluslararası boyutta giderek artan bir biçimde toplumsal hayatın sorunlarının tartışıldığı bir ortam hazırlar. Bu yönüyle gündem belirleyen ve yöneten bir yapısı vardır ve önemli bir güç kaynağıdır. Frankfurt Okulu temsilcilerinin ifadeleriyle iktidara rıza üretme aracı işlevi görürler.

Medya sadece bireyler için değil, kolektif gruplar ve toplumlar için de belirleyicidir. Genellikle kültürdeki gelişmelerin sergilendiği bir alandır. Bu yönüyle sadece sanat ve sembolik şekiller değil, davranış, tavır, moda ve hayat biçimi olarak da belirleyicidir. Haber ve eğlence ile ayrılması mümkün olmayan bir şekilde karışmış değerleri ve normatif yargıları dile getirir (McQuail, 1994:2). McQuail’e göre kitle iletişim araçları temel olarak toplumsal değişmelere yön veren ve onları güçlendiren kanallardır (1994:3).

Medya konusunda akla takılan sorulara cevap aramak her zaman mümkün olmaz. Burada sıkça sorulan fakat üzerinde uzlaşılan bir cevabın olduğunu söylememizin zor olduğu birkaç soru örneği verelim: Medyadaki şiddet, gerçek hayatta şiddete neden olur mu? Medya kamuoyunu yönlendirebilir mi? Televizyon izlemek okumaya engel mi? Elektronik iletişim daha iyi bir dünya sunulmasına katkı sağlayabilir mi? Bu soruların cevabını vermek kolay değildir. Ancak, eleştirinin, kehanetin ve ütopyanın kucağına düşmemek için, medya üzerinde araştırma yaptığımız araçları sürekli geliştirmemiz gerekmektedir. Medyanın sürüklediği ekonomik, kültürel ve politik değişimlerin sonuçlarını araştırmaya ve incelemeye devam etmeliyiz.

1.6. İletişim Sosyolojisi

İletişim sosyolojisinin temelleri, propaganda, sinemanın etkileri, kitle iletişim araçlarının toplumsal değişimdeki rolleri gibi konular üzerinde çalışmalar yapan sosyologlar ve siyaset bilimciler tarafından atılmıştır.

İletişim alanında yürütülen sosyolojik çalışmaları içine alan bir disiplin olarak iletişim sosyolojisi, iletişim biliminin şemsiyesi altında kendisine özerk bir alan bulur ve “toplumsal olgu ve olaylarla birlikte daha çok kitle iletişim araçlarının tezahürlerini” inceler (Çamdereli, 2008:138). Sosyolojinin yoğunlaştığı temel alan olan toplumsallaşma ile birlikte küreselleşme, kültürel çalışmalar, kitle kültürü ve popüler kültür araştırmaları, enformasyon, bilgi çağı, ağ toplumu vs. tartışmalarının tamamı ancak “iletişim sosyolojisi” alt disiplini altında yer alan konular olarak karşımıza çıkar.

Sosyoloji ve iletişim bilimlerinin neredeyse bütün alt disiplinlerinin kesişme noktası olan iletişim sosyolojisi, her iki disiplini kapsayan “toplumsallaşma”nın farklı boyutlarındaki bilimsel çalışmaları toparlayıcı bir özellik gösterir. İletişim bilimi, tüm kurum ve kuruluşları veya tüm toplumsal örgüt ve gruplarıyla toplumsal yapıyı bütüncül bir biçimde içselleştirir. Böylece iletişim biliminin alanındaki her şey, sosyolojinin de alanına girmiş olur. Dünden bugüne yapılan ve iletişim bilimi olmadan yapılamayacak olan tüm toplumsal incelemeler, iki temel kurucu bileşen olarak iletişim ve sosyoloji biliminin birbirlerinden ayrılmasının pek mümkün olmadığını ortaya koyar. Böylece iletişim sosyolojisi, bireyleri ve toplumu, bireyin davranış ve tutumlarını, toplumsallaşmayı daha iyi anlayabilmek ve analiz edebilmek için üzerinde daha fazla çalışılması gereken bir sosyal bilim alanı olarak görülmeyi hak etmektedir.

Sosyolojinin alanına doğrudan karşılık gelen çeşitli toplumsal olaylar, tarihi, kültürel, siyasal değişimler, en az sosyoloji kadar, bu alanlardaki değişimlerde payı olduğu kuşku götürmeyen iletişimin de konusu olmak durumundadır. Örnek vermek gerekirse, iletişim sosyolojisi kültürel emperyalizmin ortaya çıkışı, gelişimi, dönüşümü ve sonuçlarını toplumsal değerler üzerinden yorumlarken, iletişim bilimi bu süreçte ortaya çıkan ve iletişimi sağlayan araçlara odaklanır. Bu süreçte kitle iletişim araçlarının söylem, etkileme ve yönlendirmesini (manipülasyon veya dezinformasyon) anlamaya çalışır. Kitle iletişim araçlarının etkisiyle toplumda meydana gelecek bakış açısı ve tutum değişikliği, belli bir konuda kamuoyu oluşumu sosyolojiyi yakından ilgilendirmek durumundadır (Çamdereli, 2008:139).

Sosyal medyanın da hayatımıza girmesiyle, iletişim araçları, bireyin dünyaya gelişinden itibaren kendisini içinde bulduğu, her anının kayıt altına alındığı, sosyal paylaşım ortamlarında yayınlandığı birer aktör olmaya başlamıştır. Sosyal medya, bireyin kendi rızası ile tüm sosyalleşme aşamalarının an be an izlenebildiği bir platform olmaktadır.

Kitle iletişim araçları, en önemli toplumsallaşma araçlarından biridir. Medya, bireylerin gündelik hayattaki davranış şekillerini, tüketim kalıplarını, siyasi davranışlarını, boş zamanlarını nasıl değerlendireceğini, kariyer tercihlerini vs. her yönüyle etkisi altına alan bir özelliğe sahiptir. Medyanın etkisinin azlığı çokluğu elbette çok tartışılan bir husustur. Ancak sadece haber verme işlevi ile bile, bireyleri ve toplumu bazı konulara karşı daha duyarlı hâle getirebilmektedir.

Kitle iletişim araçlarının kullanmış olduğu iletinin türü, biçimi ve kullanıldığı bağlam, iletişimin çalışma alanlarını da belirler ve betimler. İletinin yelpazesinin çok geniş olması ve çok çeşitli kanalları kullanabilmesi iletişimin çalışma alanının siyaset biliminden ekonomiye, yönetim biliminden hukuka kadar oldukça genişlemesini sağlar. Söz gelimi, kitle iletişim araçları, siyasal iletinin egemen olduğu bir konuya odaklanıyorsa, siyasal iletişim sosyolojisi alanına yönelmiş demektir (Çamdereli, 2008:138).

İletişim dünya kurulduğundan beri var olan bir olgu olmasına rağmen, bilimsel bir çerçeveye oturtulması ve bir sosyal bilim alanı olarak tanımlanması çok yenidir. Bu duruma, diğer sosyal bilim alanlarının yaşamış olduğu genel tanımlama ve kesin sınırların çizilmesi sorunlarının etkili olmasına ilave olarak, tıpkı sosyolojide olduğu gibi, iletişimde de herkesin üzerinde söz söyleme hakkı olması ve her bilim dalının kolayca girip çıktığı bir alan olması sebep olmaktadır. Bu durum iletişimi ve ardından iletişim sosyolojisini bir bilim dalı olarak çalışmayı güçleştirmektedir. İletişimin yüzlerce tanımı yapılırken, her tanımda olması gereken anahtar kelimeler iletmek ve paylaşmaktır. Sosyolojinin kurucularından itibaren, sosyolojiyle ilgilenen neredeyse bütün bilim adamları doğal olarak iletişim sosyolojisinin de alanına girmiştir. Çünkü iletişimin temel malzemesi insan ve insanlar arası ilişkilerdir. Dolayısıyla sosyolojiye en yakın alan iletişim, iletişime en yakın alan sosyolojidir.

Bölüm Özeti

Öncelikle iletişim üzerine düşünmenin neden gerekli olduğunu ve bu konuda sistematik ve bilimsel bir düşünce pratiği oluşturmanın güçlüklerini öğrendik. İletişimi, çok temel yaklaşımlardan yola çıkarak tanımlamayı ve bu tanımlardan yola çıkarak her birimizin kendi iletişim tanımımızı yapabileceğimizi öğrendik. İletişim biliminin kapsamını, ilk sosyologlardan itibaren önemli sosyologların iletişim ve medya konusundaki düşüncelerinin ne olduğunu anladık. Son olarak iletişim sosyolojisi alanının sınırlarını, medya sosyolojisi ile farklarını öğrenmiş olduk.

Comments